27 Aralık 2018 Perşembe

İskandinav Mitolojisi

İskandinav mitolojisinin en önemli farkı tanrılarının ölümlü olmasıdır. İskandinav tanrıları insana benzemekle birlikte dev boyutluydu. Bu tanrılar yer uyur doğar ölür sever nefret eder korkar ve kederlenirdi. Başarılı olduğu kadar başarısızlık da gösterebilir savaşta yenilebilirlerdi. Tanrılar ancak Idunn’un(gençlik tanrıçası) elmaları sayesinde Ragnarok’a (kıyamet tanrıların alacakaranlığı ya da büyük savaş) kadar yaşayabilmektedir. Her kültürde olduğu gibi İskandinav kültüründe de bir yaratılış\dünyanın varoluşuna dair bir mitos vardır.Bu genel hatlarıyla şöyledir; İskandinav tanrıları ölümlüydü ve ancak Idunn’un elmaları ile Ragnarok’a kadar yaşayabilirlerdi.
Dünya yaratılmadan önce sadece Ginnungagap adı verilen bir uçurum vardı. Ginnungagap’ı Mısır mitolojisindeki Nun, Yunan mitolojisindeki Kaos olarak da görebiliriz. Dünya daha var olmadan önce 11 nehir akan Niffleheim’da ölüm var oldu. Niflheim’ın güneyinde başka bir sıcak dünya daha oluştu; Muspell; Devlerin koruduğu yer. Devler buraya Stur yani Siyah dediler. Niflheim’ın nehirleri donmuştu. Bu nehirlere Ginnungagup dendi. Günün birinde Muspell’deki kıvılcımlar nehirlerin üzerine düştü ve nehirleri eritti. Muspelheim’dan çıkan ateşler Niflheim’dan çıkan buzları eritti ve oluşan sihirli sudan ilk yaratık meydana geldi: dev Ymir. Ymir ne erkek ne de dişiydi fakat buz devleri sülalesinin atası oldu. Diğer devleri “terleyerek” yarattı. Vücudunu oluşturan sihirli sular koltuk altları eriyince aktı ve bunlardan diğer devler oluştu.

Bir süre sonra çiftleşmeyi öğrenen bu devlerin çocukları oldu. Bu çiftleşmelerin en önemlisi Bor ile Besta’nın çiftleşmesidir. Bor ve Besta’nın üç çocukları oldu; Odin Vili Vé. Bu üç kardeş kendilerine bir dünya yaratmak isteyip devlerin saldırısına uğradıkları zaman Ymir’i öldürdüler.

Bu öykülerden birine göre de başlangıçtaki boşluk ve kargaşadan sonra önce tanrılar yaratıldı; sonra koca bir devin gövdesinden dünya oluştu. Devin dünyanın köşelerinde duran dört güçlü cücenin omuzlarında taşınan kafatası gökyüzüydü. Dünya yassıydı ve dünyayı kuşatan okyanusun dibinde yılan Jörmungand yaşıyordu.

Dünya büyük dişbudak ağacı Yggdrasil’in üzerinde duruyordu. Bu ağacın en üst dalları Asgard’a değiyor yeraltındaki kökleri Mimir’in kuyusundan ya da insanların yazgılarını belirleyen Nornlar’ın pınarından sulanıyordu. İnsan ırkı tanrıların ağaç kütüklerinden biçimlendirdiği Askr ve Embla’dan türemişti. Ragnarök yani “tanrıların alacakaranlığı” dünyanın sonuna ilişkin bir öyküydü. Loki ve kurt Fenrir zincirlerinden kurtulacak devler Asgard’a saldıracak ölüm gemisi dehşet salacak Jörmungand yılanı denizden çıkacak dağlar titreyecekti. Tanrılar ve düşmanları arasındaki son savaşta herkes birbirini öldürerek yok olacak tüm dünya ve üzerindeki insanlar ateşte yanacaktı. Ne var ki bu mutlak son değildi. Bir süre sonra yeni bir çağ başlayacak Balder dirilecek ve eski dünyanın küllerinden yeni bir dünya oluşacaktı. Yaklaşık M.S. 1. yüzyılda Avrupa’nın kuzeyinde yaşayan Germenler tanrılarına kutsal saydıkları korularda taparlardı. Bazı ağaçlarda tanrısal özellik bulunduğuna inanılırdı. Büyük dişbudak ağacı Yggdrasil’in evreni taşıdığı söylenirdi. 
Yaratılış efsanesinin bir başka versiyonu; Muspell’deki kıvılcımlar nehirlerin üzerine düştü ve nehirleri eritti. Eriyen damlalar en ilkel inek şeklini aldılar. Audhumla; sütüyle Ymir’i besleyen inek. Audhumla aynı zamanda tuz parçalarını yalayarak bu bloklara ilk insan şeklini verir. İlk insan Buri. Buri’nin bir devin kızı olan Bolthor ile evli bir oğlu vardır; Bor, Bolthor’u OdinVili ve Ve birleşerek Bor’a uygun bir biçimde yarattılar. Ve şeklinden dolayı Ymir’i öldürdüler. Ve sonra iki tane ağaç yarattılar. Düşünen nefes alan duyan ve de görebilen iki ağaç. Yaratılan ağaçlardan ikisini canlandırarak insanları oluşturdular. Bu ağaçlar insan ırkının ilk modelleriydi. Erkeğe Askr (ash tree = Kül ağacı) dişiye de Embla (Sarmaşık) dediler. Ardından Asgard’ı yarattılar. Tanrıların meskenini. (Snorri diğer bir çok versiyonda kader ağacı Yggdrassil’den bahseder. Onun ne kadar ihtişamlı olduğunu dünyanın merkezinde nasıl görkemli bir şekilde yükseldiğini tasvir eder.) Ağacın altındaki kader feminen formu olarak tasvir edilir. Ve insan hayatının buradan başladığı düşünülür. Bazı versiyonlarda da Tanrıların büyük meclisinin burada toplanıp kararlar aldığından bahsedilir. Bu ağaç üç köklüdür. Bu köklerden biri cehenneme kadar uzanır diğeri devler ülkesine gider ve sonuncu kök de insanların dünyasına gider. Bütün dünyanın mutluluğu bu ilk ağaca bağlıydı.
İskandinav tanrıları üç grupta toplanır; Aesir (tanrılar) Asynjur (tanrıçalar) ve Vanir (hem tanrı hemde tanrıçalar). Tanrıları Vanirler zenginliği ve bereketi sembolize ederler. Denizi ve toprağı yönetirler. Vanes tanrıları insanlar arasında en çok rağbet görülenlerdir. Onlar toprağı, zenginliği, aşkı, yani dünyevi ihtiyaçları temsil eder. Toprağa ve onun üzerin de yaşayan canlılara sağlığı ve mutluluğu getirenlerdir.

Sayıca Vanes tanrılarından oldukça üstündürler. İkinci plandadırlar çünkü günlük ihtiyaçlar içerisinde yer almamaktadır onların vaat ettikleri. Onlar daha karmaşık kavramların hakimleri ve efendileridir. Onlar bilgiye ve kadere şekil verenlerdir. Kimi zaman cesareti kimi zaman büyüyü temsil ederler. İnsanlar onlara az ihtiyaç duyar ancak hiçbir zaman unutmazlar çünkü onlara fırtınalarda ve savaşlarda yol gösteren onlara zaferi bağışlayan onlara bilgeliği ve büyüyü öğreten Ases tanrılarıdır.
Aesir’in en önemli tanrıları; Odin, Thor ve bazende Tyr Asynjur’un Idunnbil Nanna. Vanir’de ki önemli tanrılar ise Njord Frey ve Freya dır. En önemli mitolojik hikâyeler uzak geçmişte bir zamanda Vanir ve Aesir arasında çok vahşi bir savaşın çıktığından bahseder. İskandinav mitolojisinde Odin ve Thor arasındaki çelişki bütün tanrılık statülerinin Vanir’de kalmasıyla başladı. Mitlerinde en büyük mücadele baş tanrılar Odin ve Thor’un Vanirler’in tanrısal konuma sahip oluşlarına karşı çıkmalarıyla başlar. Aesirler Vanirler’i çöküşe uğratmak için Gullveig (Altın İçki) adlı kadını aracı ederler. Ve savaş böylece başlar. Her iki grubun da tamamen güçten düşmesiyle tanrılar taraf değiştirirler. Vanirler Njord ve oğlu Frey’i; Aesirler ise Mimir ve Hoenir’i değiş tokuş için gönderirler. Ateşkesi kutlamak üzere toplanan tanrıların tümü bir kaseye tükürerek aralarındaki ahengin ve barışın alameti olan Kvasir adlı devi yaratırlar. Kvasir bir süre sonra kurban edilir ve yeni tanrıların meydana getirilebilmesi için kanından güçlü bir içki yapılır. Kvasir tanrıların yeni içeceği olur ve birçok şiire de ilham kaynaklığı yapar. Ases ve Vanes tanrıları her zaman birbirleriyle savaşmışlardır ancak bu savaş en büyük savaşla sona erer. Bu savaş bir katliamla değil ancak bir birleşme bir ittifakla sona erer. Tanrılar birbirleriyle savaşmalarının sadece devlerin ve diğer güç sahibi varlıkların isine yaradığını fark ederler. Barış imzalanmalıdır. Bozulması imkansız olan bir barış birbirleriyle karışmaya karar verirler : Njord Vanaheim`in rüzgar ve deniz tanrısı oğlu Frey ve kızı Freya ile Ases tanrılarının yanına yerleşir. Ases tanrıları bu değişime Odin’in öz kardeşi Hoenir`le Odin’le beraber ilk insani yaratan tanrılardan biri karşılık verirler. Artık iki ırkın kanı birbirleriyle karışır.
Dünya nın yaratılışı artık tamamlanmıştı. Artık onu sabitleyecek ve koruyacak varlıklara ihtiyaç vardı. Bu yüzden Odin cüceleri yarattı. Dört cüce dünyanın dört yönünü korumak için and içtiler : Austri (doğu), Nordri (kuzey), Vestri (batı), Sudri (güney) ve bu ülkeye (dünyaya) Midgard adını verdiler.. Toplam dokuz dünya (alem) vardı : 

Muspelheim (Ateş ve ısı)
Niflheim (Buhar ve duman ki Ejder Nşdhug’un eviydi burası)
Helheim (Karanlığın ve acıların dünyası)
Jotunheim (Devlerin yaşadığı dağlardan ibaret olan alem)
Asaheim (Asa tanrılarının yaşadığı alem)
Vanaheim (Vane tanrılarının yaşadığı yer)
Alfaheim (Beyaz alfların (elf) yaşadığı alem)
Svartalfaheim (Siyah alfların (Kara elfler)dünyası)
Mannaheim (İnsanların yaşadığı alem (Midgard Mannaheimde bulunur)

21 Aralık 2018 Cuma

Lucifer Tarihi

Büyük şair Dante’nin İlahi Komedya’sında tanımlanmış sonrada oldukça kabul görmüş yedi büyük günah var:  lust - şehvet,  greed - bencillik/cimrilik,  gluttony - açgözlülük, pride - kibir/gurur,  sloth tembellik,  wrath - nefret,  envy - kıskançlık… Büyük şaire ek olarak 1589 da Peter Biensfield her bir günahı  bir iblisle eşleştirmiştir. Lucifer - Kibir Mammon - Hırs Asmodeus - Şehvet Leviathan - Kıskançlık Beelzebub - Oburluk (sineklerin tanrısı) Satan - Öfke Belphegor - Tembellik.   Bu sıralamada adı geçen Lucifer ve onun hikayesi temel konumuz.
Hristiyan inanışına göre Lucifer Tanrı’dan sonra ikinci konumdadır ve cennetteki en büyük melektir. Fakat hırsına ve kibrine yenik düşmüş  ve Tanrı’ya isyan  etmiştir. Bunun sonucu olarak cennetten  kendisi ile beraber olanlarla birlikte  kovulmuştur. Bu süreç sonunda Lucifer Şeytana,  takipçileri ise iblislere dönüşmüştür. İşte Lucifer sözcüğünün kökü yani lux ışık anlamındadır ve yukarıda bahsettiğimiz gaz lambasına da ismini verir.  Lucifer ışık anlamına gelen lux (sahiplik “genetiv”hali lucis) ile ferre (taşımak, getirmek fiili) kelimelerinin birleşiminden türemiş Latince bir kelimedir. Grek söyleninde Lucifer Prometheus olarak görünür; o insanlığa ışığı getirendir. Şairler tarafından Sabah Yıldızı’nı, yani  Venüs’ü simgeler . Lucifer Jerome’un Vulgate’sinde (Septuagint’in Grekçe çevirisinden) direkt olarak heosphoros yani “sabah yıldızı” ya da “Gün Yıldızı”  edebi açıdan ise Şafağı Getiren olarak  Isaiah’ın 14:12 sinde çevrilir.
Venüs gezegeninin  yani tanrıça Venüs’ün   Roma dönemi astrolojisinde şimdiki ismini almadan önce Lucifer olarak bilindiğini de söylemek gerek.
Lucifer “sabah yıldızı”nın şiirsel adıdır ve Grekçe eosphoros (şafağı getiren) kelimesinin en yakın çevirisidir ki Odyssey ve Hesiod’un Theogony’sinde görünür. Lucifer’in antik Roma’da kullanımı  Vergilius’un Georgics adlı şiirinde görülür. Lucifer, John Milton’un Protestan destanı Kayıp Cennet’in anahtar karakteridir. Milton Lucifer’i eserinde oldukça sempatik, azimli ve gururlu olup Tanrıya karşı gelen  sonra da yenilip  cennetten kovulan bir melek olarak sunmuştur.  (ki İslamda da şeytan insana secde etmemesi neden gösterilerek kibri üzerine lanetlenmiştir) Lucifer tabi sonrasında retorik yeteneğini cehennemi örgütlemek için kullanmak zorundadır; kendisine Mammon ve Beelzebub yardım eder. Örgütleme becerisini  iyilik ve kötülüğün sırrının saklandığı ağacın meyvasından yemesi için başarıyla kandıracağı Havva’nın (Adem’in karısı)  üzerinde dener ve insanoğluyla kaderini birleştirir.
Oldukça uzun bir anlatı ama özetlenmiş bir biçimde yedi büyük günahtan kibirle anılan ve baş şeytanlardan sayılan Luciferin adı “ışık” sözcüğünden türemiş durumda. Işık getiren şeytanın karanlıkların efendisi olması ise aydınlanmanın din üzerinde yarattığı baskı olsa gerek. Bilim ve aydınlanmanın şeytan uğraşı sayılmasının ve bugün dahi dinlerin bilimle barışık yaşayamamasının trajikomik hali Lucifer’ in adında yatmaktadır.  Karanlığın hükmünün son bulacağını gösteren (sabah yıldızı) Venüs yıldızının da olaya katılması daha da  dikkat çekicidir.   Daha tuhaf olanı dinlerin baştan çıkarıcı ve günah saydıkları her şeyi insanın dişisine bağlamaya çalışmasıdır. Kadın ve erkek üzerinde bir dengesizlik yaratarak birini diğeri hükmedici kılmak için kadını kötülüğün başlangıçı olarak saymak hemen hemen tüm dinlerde var. Lucifer’in işaretlendiği Venüs de baştan çıkarıcı bir tanrıça (Afrodit)  olarak görünür bize. Aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite’nin doğuşu iki ayrı kaynakta iki farklı görüşle anlatılmaktadır. Bunlardan erken tarihli olan Homeros’ta Aphrodite Okeanos’un kızı olan Dione ile Zeus’un kızıdır. İkinci efsane ise Hesiodos’ta geçer.Aphrodite burada denizin köpüklü dalgalarından doğmuştur. Aphros yunanca köpük demektir. Roma mitolojisinde Venüs ise bahçelerin tanrıçasıydı. Bereketi ve dünya nimetlerini simgeliyordu.   
Bahçelerin tanrısı olan Venüs ile Lucifer’in hikayesi bir ağaçta kesişiyor. Hani cennette Adem ile Havva’ya bir ağacın yemişi verilmişti ve utanma (ar) duygusunu kazanmışlardı ya. Hani o ağaç bilgelik ve aklı simgeliyordu ya. Nasıl da bir anlatı rastlantısı değil mi? Elbette rastlantı değil,  kör inançlar birbirinin yalanını doğrulayarak öylece inanmamızı sağlıyorlar (istiyorlar) o kadar .
Son olarak; Eski Ahit’te onunla ilgili şu satırlara rastlıyoruz: Güzellerin ve bilgelerin en mükemmeliydin. Eden’de, Tanrı’nın bahçesindeydin. Giysilerin hep güzel taşlarla ve altın işlemelerle süslüydü. Bunlar sana sen yaratıldığın gün verildi. Seni kudretinle ve gücünle bekçim yaptım. Tanrı’nın kutsal dağına gidebiliyor ve ateş tarlalarında yürüyebiliyordun. Yaptıklarından tamamen muaf tutulurdun ta ki için kötülükle dolana dek. Bu varlık içinde bile daha büyük şiddet yarattın ve günahkar oldun. Seni Tanrı’nın dağından men ettim ve seni bekçilik ettiğin ateş tarlalarından sürdüm. Güzelliğin yüzünden için kibirle doldu ve bilgeliğini kendi ünün için harcadın. Seni, içine hapsettiğim ateşle beraber dünyaya attım. Seni takip edenlerle birlikte ateşler içinde küle döneceksin. Çok feci bir sona geldin.

20 Aralık 2018 Perşembe

Anunnakiler ve Sitchin Kronolojisi

Anunnaki veya Anunnaku bir grup Sümer ve Akad mitolojik tanrılarıdır. Bazı durumlarda Büyük 50 Tanrı Annuna ve Igigi ile çakışır.İsim bazen "da-nuna", "da-nuna-4-kene", veya "da-nun-na" olarak yazılır ki bu bir tür 'kraliyet kanından olanlar' gibi bir anlama gelir.
Anunnaki kelimesinin Sümer dilindeki anlamı, "gökyüzünden dünyaya gelenler" demektir. Eski ahitte geçen "Nefilim" kelimesinin gerçekteki anlamı "aşağı gönderilenler" anlamına gelirken neden "devler" olarak tercüme edildiği sorgulanmış ve antik medeniyetlerdeki izlere kadar gidilmiştir.
Zecharia Sitchin, İncil üzerindeki tutarsızlıkların peşine düşerek bir ömür boyu süren araştırmasını yapmıştır. Yazarın sorusu, son derece haklıdır. "Nefilim" kelimesi, "devler" olarak değil; bir çok araştırmacı tarafından göksel varlıklarla İnsan kadınların cinsel birleşmesi sonucu ortaya çıkan antik kahramanlar olarak açıklamışlardır.
Eski Sümer metinlerinde “gökten yere inenler” anlamına gelen ve “büyük tanrılar” için kullanılan “Anunnaki” kavramı, düş ürünü mitolojik tanrıları değil, yüz binlerce yıl önce Marduk gezegeninden dünyamıza inen ve üzerinde bir koloni kuran “yabancıları” betimlemekte kullanılan bir özel isimdi! Benzeri biçimde, Tevrat'ın ilk bölümü olan Tekvin'in altıncı babında, Tufan öncesi dönemi anlatan ayetlerde geçen “O zamanlar yeryüzünde Nefilim vardı, bunlar eski zamanın güçlü ve ünlü adamlarıydılar” ifadesi de, bizzat bu yabancı ırka gönderme yapıyordu Sitchin'e göre. Çünkü kimi modern çevirilerde “Devler” olarak değiştirilen “Nefilim” sözcüğü de eski İbranice'de tıpkı Sümer dilindeki “Anunnaki” gibi, “Yukarıdan aşağı inenler” anlamına da gelmekteydi.
Anunnaki'nin hikayesi şudur; Bundan 450, 000 yıl önce bir grup insan benzeri uzaylı varlık, Dünya denen gezegene geldiler. Geldikleri gezegen, Sümerlilerin adına "Nibiru." dedikleri, antik Sümer edebiyatında "12. Gezegen" olarak tanımlanmaktadır.1981 yılında Amerikalı astronomlar, Güneş Sistemimiz'de onuncu bir gezegen olabileceği üzerinde çalışıyorlardı. Dünya çevresinde dönen bir uydu teleskopun kaydettiği görüntüler ve Platon'un yörüngesindeki düzensizlikler, bilim insanlarını başka bir gezegen olacağı fikrine itmiştir. 
Birleşik Devletler deniz kuvvetleri gözlem evinin kanıtları doğruysa; bu, Sümerlerin astronomi alanında ne kadar ileri düzeyde olduklarının bir kanıtıdır. Sümerler, Ay ve Güneşi de Güneş sistemi içine dahil ettikleri için; bu 12 rakamı, şaşırtıcı olarak doğrudur. Sümerlerin Uranüs, Neptün ve Plüton gibi gezegenleri son derece doğru bir şekilde tanımlamış ve diyagramlarını hazırlamış olmaları ve bunların bir teleskop olmadan yapılabilme olasılığının imkansızlığı, Sümerler hakkında bize bir tasarım yapmamızı sağlar. Hele bu gezegenlerden Uranüs'ün 1781, Neptün'ün 1846, Plüto'nun 1930 yılında bulunduğu dikkate alınırsa.
Sümer metinlerinde, dört milyar yıldan uzun bir süre önce Nibura adında gezgin bir gezegenin güneş sistemimize girdiğini, Tiamat denen denen büyük bir gezegeni kıl payı ıskaldığı bunu sonucunda ciddi yer çekimi sorunları ortaya çıktığı açıklanır. Daha sonra nibiru –babil dilinde Marduk, bir kez daha geldiğinde, Tiamat gerçekten vuruldu ve Nibiru nun görevli ayları tarafından bombalandı. Tiamat ın çeşitli boylardaki parçaları asıl yörüngesinde kalarak asteroit kuşağını oluştururken gezegenin diğer yarısı güneşe yakın yeni bir yörüngeye fırladı, bu parça zaman içinde dünya yı meydana getirdi. Nİbiru nun aylarından biri olan Kingu bizim şuanki ay olarak bildiğimiz Ay haline geldi.
Yörüngesi Mars ve Jüpiterin arasından geçtiği için Geçit gezegeni adenen Nibiru, elips biçimli kendi yörüngesine devam eder, bu yörünge onu güneş sisteminden uzaklaştırır ve tekrar kütlesel çekim ile içeri sokulmaktır. Mısır kayıtlarında buna kanatlı disk denmiştir.
Dünyadaki yaşam, güneş çevresinde olan dönüş süresi bir yıla dayanarak gelişti. Nibiru daki yaşam ise, güneş etrafındaki dönüş süresine göre yani dünya zamanıyla 3, 600 yıla göre oluştu. Bu durum nibirudaki yaşamın dünyadakinden çok daha önce geliştiğini düşündürmektedir.
Sümer kayıtlarındaki Nibiru yani Anunnaki, 450, 000 yıl önce, yani dünyanın ikinci buzul döneminde Nibirunun son derece gelişmiş varlıkları iki gezegenin yaklaşması sonucu Dünyaya seyahat ettiler. Nasıl astronotlar dünyaya imerken okyanusa iner, Anunnakide ilk inişini suya yapar. Mnatıken bu antik astronotlar kendilerine ortalama bir sıcaklık, su ve yakıt kaynağı sağlayacak bir kamp yeri ararlar ve bu yere uyan tek bölge vardır: MEZAPOTAMYA.
Bazı araştırmacılar, bu ilk Anunnaki yerleşim merkezinin güney ırakta kalmasını ve savaşlarda sürekli buraların bombalanmasını şüpheyle karşılarlar. Kayıtlarımıza dönersek, Mutlak Nibiru hakimi Anu – ya da An ya da El, asıl gezegenden operasyonu yönetirken Anu’nun iki oğlu Enlil ve Enki liderliğinde dünyada sistematik bir kolonileşme hareketi başlar, bütün Anunnaki liderler daha sonra Nefilim ya da Tanrı rolüne girerler. Çok ilginçtirki bu Nefilimden birisinin ismi NAZİ dir.
Enlil, görev kumandanıdır, Enki ise yönetici ve bilim subayı. İki kardeş arasında Nibiru protokolleri ile ilgili düşmanlık vardır. Büyük enki, annesi An unun resmi karısı olmadığı için ikinci derece öneme sahiptir. Ama dünya yolculuğu fikrini ilk başlatan kişidir.
İyi korunmuş metinlerin birinde Enki, iran körfezine inişini şöyle anlatır : Dünyaya yaklaşırken çok fazla su olduğunu fark ettim. Yeşil çayırlarına yaklaştığımda, benim emrimle yükseltiler ve kümbetler oluştu. Saf bir yerde evimi yaptım.
Enki hem bilimci hemde mühendistir. Onun liderliği altında iran körfezinin kuzeyindeki bataklıklar kurutulmuş sulama kanalları yapılmıştır. Enkinin büyükoülu Marduk un önderliğinde destek birlikleri gelir. Dünya zamanıyla çok uzun bir yıl olan bu olay Anunnaki için sadece birkaç yıldır.
Bazı araştırmacılar, Anunnaki'nin Dünya üzerindeki çalışmalarıyla ilgili çok karmaşık metafizik açıklamalar üretmişlerdir. Bir çoğu, Nibiru'nun geçişiyle bozulan enerji alanlarından ve ruhsal boyutlarından bahsetmektedir. Stchin ve diğer araştırmacıların teorisi ise, kolonicilerin dünya üzerinde mineral zenginliklerin peşinde olduğu yönündedir;
"Anunnaki, bizim hidroklorokarbonlar sayesinde Ozon'a verdiğimiz türde zararlar bulunan kendi atmosferini onarmak için altın arıyorlar." diye açıklanmıştır. Bugün şaşırtıcı şekilde bilim insanlarımız, ozon tabakasının en iyi onarılmasının çözümünü minik altın partiküllerin atmosfere atılması olduğunu söylemektedirler. Fakat İran körfezindeki bu altın çıkarma işi, ihtiyaçlarını karşılamaya yetmemiştir. Varisi Enlil ile birlikte Anu, koloniyi ziyaret eder ve Enki'yi daha fazla altın bulmayla görevlendirir. Enki, Güney Afrika ve oradan da Güney Amerika'ya gider. Güney Amerika'da altın olduğu 1970 yılında kanıtlanmıştır. Kazı izlerine Orta ve Güney Amerika'da rastlanmıştır. Bu Anunnaki altın arama çalışmaları gezegenin belirli bölgelerinde devam eder ve insanın başlangıçtaki yayılmalarını da açıklar. Bu konudaki önemli destek ve kaynak da Mezapotamya'da verilen şehir isimleri ile Orta Amerika'dakilerin benzerliğidir. 

Anunnakiler, yeryüzünden çekilirler. Fakat bıraktıkları ezoterik, bilgiler binlerce yıl pek çok kültürün ve topluluğun içinde şifrelenerek saklanır. Bu grupların içinde Simyacılar, Mecusiler, Kabalistler, Gnostikler, Şövalyeler ve masonlar vardır. Masonluğun kurucusu kabul edilen Hiram Abif, 3000 yıl önce Küdüs’te Solomon tapınağını yaparken gerçek Anunnaki ile İsrailoğulları'nın "YHVH" (Yahveh, Yehova) adını verdiği tanrı arasındaki bağlantıyı biliyordu. Bu bilgisi yüzünden İsrailoğulları'yla ters düştüğü için öldürüldü. Bu bilgilerin hala sır olarak Masonlarda olduğu söylenir.
Sitchin'in Kronolojisi
I. Tufan Öncesi Olaylar (M.Ö)
Zecheria Sitchin'e göre; günümüzden 450.000 yıl önce, Güneş Sistemimiz'e uzak bir gezegen olan Nibiru (Marduk) gezegeninin atmosferinin bozulması nedeniyle yaşam, sönmeye başlar, Gezegende Anunnakiler (Nefilimler) yaşamaktadır. Hükümdar Alalu, Annu tarafından tahtından indirilir. Alalu, Uzay gemisinden kaçar ve Dünyada sığınacak bir yer bulur. Dünyanın içine sahip olmuştur ve Nibiru'nun atmosferini korumak için altın gerektiğini keşfeder ama altın, Nibiru'da yoktur.[9]
445.000 yıl önce, Anu'nun oğlu Enki 'nin başını çektiği Anunnaki 'ler Dünya 'ya iner, Basra Körfezinin sularından altın çıkarmak üzere Eridu (Dünya İstasyonu 1) kentini kurarlar. 430.000 yıl önce, Dünya 'da iklim yumuşar. Dünya'ya daha çok Anunnaki gelir, içlerinde Enki 'nin üvey kız kardeşi Ninhursag (Baş sağlık sorumlusu) da vardır.
416.000 yıl önce, Altın üretimi yavaşladığında Anu, yasal varisi prens Enlil ile birlikte Dünya 'ya iner. Hayati öneme sahip altının Güney Afrika 'da madenler kazarak çıkarılmasına karar verilir. Kura sonucu Dünya misyonunun yönetimini Enlil kazanır, gözden düşen Enki ise Afrika'ya gönderilir. Dünya'dan ayrıldığında Anu'ya, Alalu 'nun torunu meydan okur. 
400.000 yıl önce, Güney Mezopotamya'da, içlerinde bir uzay istasyonu (Sippar), Görev komuta merkezi (Nippur), bir metalurji merkezi (Badtibira) ve bir tıbbi merkez (Shuruppak) bulunan 7 işlevsel yerleşim kurulur. Maden Cevheri Afrika’dangemilerle getirilir. Arıtılan metal "İgigi'lerin yönettiği uydulara gönderilir. Ardından Nibiru'dan periyodik olarak gelen uzay gemilerine yüklenerek nakledilir.
380.000 yıl önce, İgigilerin desteğini alan Alalu'nun torunu, Dünyayı üzerindeki hakimiyeti ele geçirme girişiminde bulunur. Eski Tanrılar savaşını Enlil tarafı kazanır.
300.000 yıl önce, Altın madenlerinde angarya işlerde çalıştırılan Anunnaki 'ler isyan çıkartırlar. Enki ve Ninhursag genetik manipülasyon ile Maymun kadın'dan ilkel işçileri yaratırlar. Anunna 'kilerin angarya işlerini onlar devralır. Enlil madenlere baskın düzenler, bazı İlkel işçileri, Mezopotamya'daki Edin 'e getirir. Üreme becerisi ile donatılan Homo Sapiens çoğalmaya başlar. 

200.000 yıl önce, Yeni Buzul Çağıyla birlikte Dünya'daki yaşam koşulları kötüleşir.
100.000 yıl önce, İklim yeniden ısınır. Anunnakiler (Kitabı mukaddes'teki Nefilimler ), Enlil'in üzülmesine rağmen, insan kızları ile evlenirler.
75.000 yıl önce, "Dünya'nın lanetlenmesi" (yeni bir buzul Çağı) başlar. Gerileyen insan türleri, Dünya'ya yayılır. Kromanyon (Cro-Magnon) İnsanı hayatta kalır.
49.000 yıl önce, Enki ve Ninhursag, Anunnaki soyundan gelen insanları Shuruppak 'ı yönetmelerine izin vererek yüceltir. Buna kızan Enlil insan ırkının yok oluşunu planlar.
13.000 yıl önce, Nibiru'nun Dünya'nın çok yakınından geçmesinin korkunç bir denizaltı dalgası yaratacağını fark eden Enlil, yaklaşan felaketi insan ırkından gizlemeleri için Anunnaki'lere yemin ettirir.  
II. Tufan sonrası Olaylar (M.Ö)
11.000 yıl önce, Enki yeminini bozarak Ziusudra / Nuh 'a suya dalabilen bir gemi (denizaltı) yapması talimatını verir. Tufan, tüm dünyayı kaplar, Anunnakiler yörüngedeki uzay araçlarından bu toplu kıyıma tanıklık ederler.
Enlil, insan ırkından geriye kalanlara tohumlar ve gereken aletleri bahşeder; böylelikle yüksek bölgelerde tarım başlar. Enki bazı hayvanları evcilleştirir.
10.500 yıl önce, Nuh'un soyundan gelenlere üç bölge tahsis edilir. Enlil'in ilk doğan oğlu olan Ninurta, Mezopotamya'yı yerleşime uygun hale getirmek için dağlara su bendi yapar, nehirlere kanallar açar. Enki, Nil vadisi üzerinde yeniden hak iddia eder. Sina yarımadası, Tufan sonrası bir uzay istasyonu inşa edilebilmesi için Anunnakiler tarafından tutulur. Moriye Tepesi (gelecekteki Kudüs) üzerine bir kontrol merkezi kurulur.
9.870 yıl önce, Enki'nin ilk doğan oğlu olan Ra / Marduk, Mısır üzerindeki hakimiyeti Osisirs ve Set arasında paylaştırır.
9.330 yıl önce, Set, Osisirs'i ele geçirir ve parçalara ayırır; Nil vadisi üzerinde mutlak hakimiyetini ilan eder.
8.970 yıl önce, Horus, birinci piramit savaşını başlatarak, babası Osiris'in intikamını alır. Set Asya'ya kaçar, Sina yarımadasını ve Kenan'ı ele geçirir.
8.670 yıl önce, Enki'nin varislerinin sonunda tüm uzay tesislerinin yönetimini ele geçirmelerine kaşı çıkan Enlil tarafı, ikinci piramit savaşını başlatır. Savaştan galip çıkan Ninurta, Büyük Piramit'teki bütün cihazları alır.
Enki ve Enlil'in üvey kardeşi N, nhursag, bir barış konferansı düzenler. Dünya'nın bölünmesi kararı tekrar teyit edilir. Mısır hakimiyeti, Ra / Marduk'tan Tot hanedanına geçer. Heliopis, yedek işaret noktası olarak inşa edilir.
8.500 yıl önce, Anunnakiler, uzay tesislerine geçiş yerine kontrol noktaları kurarlar. Eriha, bunlardan biridir.
7.400 yıl önce, Barış dönemi devam ederken Anunnakiler insanoğluna yeni ilerlemeler sunar; Neolitik çağ başlar. Mısır'da yarı-tanrılar yönetime geçer.
3.800 yıl önce, Anunnakiler Eridu ve Nippur'la başlayarak eski şehirleri yeniden kurarken, Sümer'de şehir uygarlığının ilk temelleri de atılmış olur. Anu bir kutlama töreni için Dünya'yı ziyaret eder. Şerefine yeni bir şehir Uruk (Erek) inşa edilir; şehrin tapınağını, sevgili torunu İnanna/İştar'ın evi yapar.
III. Dünyadaki krallıklar (M.Ö)
3.760 yıl önce, İnsan ırkına krallık bahşedilir. Ninurta'nın hakimiyeti altındaki Kiş, ilk başkenttir. Takvim Nippur'da başlar. Uygarlık Sümer'de (birici bölge) çiçek açar.
3.450 yıl önce, Sümer'de üstünlük Nannar/Sin'e geçer. Marduk, Babil'i "Tanrıların kapısı" ilan eder ("Babil Kulesi" olayı). Anunnakiler, insanoğullarının dillerini karıştırır.
Darbe girişimi başarısız olan Marduk/Ra, Mısır'a döner, Tot'u azleder, İnanna'yla nişanlanan Dumuzi'yi ele geçirir. Dumuzi kaza sonucu ölür; Marduk, diri diri Büyük piramide kapatılır. Acil çıkış boşluğu sayesinde kurtulur, ancak sürgüne gönderilir.
3.100 yıl önce, 350 yıllık kaos, Memfis'te ilk Mısır Firavunu'nun tahta çıkmasıyla sona erer. Medeniyet, İkinci bölgeye gelir.
2.900 yıl önce, Sümer'de krallık Uruk'a geçer. İnanna'ya 3. bölge verilir; İnduz vadisinde uygarlık başlar.
2.650 yıl önce, Sümer'in krallık başkenti değişir. Krallık geriler. Enlil, itaatsız insanoğluna karşı sabrını yitirir.
2.371 yıl önce, İnanna, Şarru-Kin'e (Sargon) aşık olur. Sargon, yeni başkenti Agade'yi (Akkad) kurar. Akkad imparatorluğunun temelleri böylece atılır.
2.316 yıl önce, Dört bölgeyi birden yönetmeyi amaçlayan Sargon, Babil'deki kutasl toprağı alır. Marduk-İnanna çekişmesi yeniden alevlenir. Çatışma, Marduk'un kardeşi Nergal'in güney Afrikadan Babil'e gitmasi ve Marduk'u Mezopotamya'dan ayrılmaya ikna etmesiyle sona erer.
2.291 yıl önce, Naram-Sin Akkad tahtına yükselir. Savaşçı İnanna tarafından yönlendirilerek Sina yarımadasına girer, Mısır'ı işgal eder.
2.255 yıl önce, İnanna, Mezopotamya'da haimiyeti zorla ele geçirir; Niram-Sin Nippur'un kutsallığını kirletir. Büyük Anunnakiler Akkad'ı yok eder. İnanna kaçar. Sümer ve Akkad, Enlil ve Ninurta'ya bağlı yabancı birliklerce işgal edilir.
2.220 yıl önce, Sümer uygarlığı Lagaş'ın aydın kralları sayesinde yeni zirvelere yükselir. Tot, Ninurta için yeni bir zigurat-tapınak yapması için kral Gudea 'ya yardım eder.
2.193 yıl önce, İbrahim'in babası Terah, Nippur'da kahinlik geleneğini sürdüren, soylu bir aileye doğar
2.180 yıl önce, Mısır bölünür, Ra / Marduk'un taraftarları güneyi tutar, aşağı Mısır'ın tahtını ele geçirmesine firavunlar karşı çıkar.
2.130 yıl önce, Enlil ve Ninurta giderek daha sık Sümer'den uzaklaşırken Mezopotamya'da merkezi otorite de geriler. İnanna'nın Uruk'ta krallığı yeniden elde etme girişimi uzun sürmez.
IV. Kader Yüzyılı (M.Ö)
2.123 yıl önce, Hz. İbrahim Nippur'da doğar.
2.113 yıl önce, Enlil, Sam topraklarını Nannar'a emanet eder; Ur, imparatorluğunun yeni başkenti olur. Tahta Ur-Nammu çıkar, ona aynı zamanda Nippur'un koruyucusu adı verilir. Nippur'lu bir kahin (Hz. İbrahim'in babası Terah) kraliyet saryı ile ilişki kurabilmek amacıyla Ur'a gelir
2.096 yıl önce, Ur-Nammu, savaşta ölür. Halk, onun zamansız ölümünü Anu ve Enlil'in ihaneti olarak kabul eder. Terah, ailesiyle birlikte Harran'a gitmek üzere buradan ayrılır.
2.095 yıl önce, Ur'da tahta Şulgi çıkar, imparatorluk bağlarını güçlendirir. İmparatorluk büyüdükçe Şulgi giderek İnanna'nın büyüsüne kapılır ve onun sevgilisi olur. Onun yabancı lejyonu olmaları karşılığında Larsa'yı Elam'lılara verir.
2.080 yıl önce, Ra / Marduk'a bağlı olan Teb prensleri I. Mentuhotep altında kuzeye baskı yaparlar. Marduk'un oğlu Nabu, Batı Asya'da babasına yandaş kazanır.
2.055 yıl önce, Nannar'ın emirleri üzerine Şulgi, Elam birliklerini Kenan şehirlerindeki kargaşayı bastırmaya gönderir. Elamlılar, Sina yarımadasının ve Uzay istasyonu'nun girişine ulaşırlar.
2.048 yıl önce, Şulgi, ölür. Marduk, Hitit ülkesine yerleşir. Hz. İbrahim, özel atlı birliklerle güney Kenan'a gider.
2.047 yıl önce, Amar-Sin (Kitabı Mukaddes'teki Amfarel) Ur'un kralı olur. Hz. İbrahim, Mısır'a gider, orada beş yıl kalır; ardından beraberinde daha çok birlikle geri döner.
2.041 yıl önce, İnanna tarafından desteklenen Amar-Sin, Doğu'nun krallarıyla bir koalisyon oluşturur, Kenan ve Sina'ya bir askeri harekat düzenler. Lideri, Elamlı Kedorla'omer'dir. İbrahim Uzay İstasyonu'nun girişinde önlerini keser.
2.038 yıl önce, İmparatorluk parçalanırken Şu-Sin, Ur tahtında Amar-Sin'in yerini alır.
2.029 yıl önce, İbbi-Sin, Şu-Sin'in terine geçer. Batı eyaletleri giderek Marduk'a bağlanır.
2.024 yıl önce, destekçilerinin başını çeken Marduk, Sümer üzerine yürür, Babil'de tahta çıkar. Savaş, Mezopotamya ortalarına kadar yayılır. Nippur'daki Kutsallar Kutsalı'na saygısızlık yapılır. Enlil, Marduk ve Nabu'nun cezalandırılmasını ister. Enki, karşı çıkar; ancak oğlu Nergal, Enlil'in tarafını tutar. Nabu, Kenanlı takipçilerini Uzay İstasyonu'nu ele geçirmeye yönlendirirken; Büyük Anunnakiler, nükleer silah kullanılmasını onaylar. Nergal ve Ninurta, Uzay İstasyonu'nu ve doğru yoldan sapan Kenan şehirlerini yok ederler.
2.023 yıl önce, Rüzgarlar, radyoaktif bulutu Sümer'e taşır. İnsanlar, korkunç şekilde can verirler. Hayvanlar telef olur, su zehirlenir, toprak çoraklaşır. Sümer uygarlığı, bitkin şekilde yere serilir. Mirası 100 yaşında yasal bir varis sahibi olan Hz. İbrahim'in soyuna geçer. Bu mirasçı, soyunu devam ettirecek oğlu Hz. İshak'tır.

Evrenin Yaradılışı ve Tanrıların Doğuşu

Eski Yunanlıların öğrenmek istedikleri ilk şey "Dünyanın yaradılışı" meselesiydi. Onlar, yerin, göğün, denizin, ışığın, suyun, havanın nasıl yaratıldığını bilmek istiyorlardı. Yeterli bilgileri olmadığı için bütün bu şeyleri ve diğer tabiat hadiselerinin canlı birer varlıkgibi tahayyil ederek incelemeye koyuldular. Yeri, göğü, suları birer tanrı saydılar. Onlara birer insan şekli verdiler. 

Buna göre; Khaos karışık ve hiç bir şekil almamış olan uçsuz bucaksız boşluğu ve karanlığı ifade ediyordu. Khaos'dan geniş göğüslü herşeyin dayanağı olan Gaia(Yer) çıktı. Sonra sevginin temeli, bütün varlıkları, her şeyi birbirine doğru çeken, birleştiren, hayatı kuran çoğalma sembolü olan Eros(Aşk) doğdu. 


Khaos'dan Erebos (Gece) doğdu. Onlar da birleşerek yerin üst tabakasının ışığı olan Aither ve yeryüzünün ışığı olan Hemera'yı doğurdular. Işık meydana geldikten sonra yaratılış durmadan devam etti. Khaos bunları doğururken Gaia da ölümsüzlerin yeri olan ve yıldızlarla bezeli bulunan göğü Uranus'u doğurdu. Ona, yani göğe kendi büyüklüğünü verdi ki tamamıyla kendisini kaplasın, içine alsın. Ondan sonra Gaia yüksek dağları, ahenkli dalgaları Pontos'u (Deniz) meydana getirdi.

Böylece evren varlık alanında göründükten sonra, onun üstünde yaşayacak ve ömür sürecekleri meydana getirmek gerekiyordu. Bunun için Gaia kendi öz oğlu Uranus ile birleşti. Onların birleşmelerinden Titanlar doğdu. Titanların altısı erkek, altısı dişi olmak üzere on iki taneydi. Bunlar; Okeanos, Koios, Krios, Hyperion, İapetos, Kronos, Theia, Rhea, Mnemosyne, Phebe, Tethys, Themis'di.

Daha sonra Kronos kendi kız kardeşi Rhea ile evlendi. Bu evlenme neticesinde Hestia, Demeter, Hera adında üç kızla, Hades, Poseidon, Zeus adlı üç erkek çocuk doğdu. Kronos Rhea'nın doğurduğu her çocuğunu yutar karnında saklardı. Rhea yanlız Zeus'u onun elinden kurtarabildi. Rhea taşı kundak bezlerine sarıp Kronos'a verdi. Kronos bu taşı hemen yuttu. 

Zeus ormanların sık dalları arasında büyüdü. Olgunluk çağına gelince Zeus gizlendiği mağaradan çıktı. Kronos'dan yuttuğu taşı ve tanrıları kusturdu. Sonra da onu gökten kovup dünyanın dibine, yerin ve denizin alt tabakasının daha altına attı. Zeus, karısı Hera, çocukları, kardeşleri ve öbür tanrılarla Olympos dağına yerleşip saltanat sürmeye başladı.

19 Aralık 2018 Çarşamba

Aşk Tanrıçası İnanna

Sümer şairlerine göre Tanrıça İnanna, toplumun süsü, Sümer'in neşesidir. Ay Tanrısı Nanna'nın kızıdır. Akadlarda İştar, Musevilerde Astartes, Yunan'da Afrodit, Roma'da Venüs adını taşıyarak yüzyıllar boyu çeşitli toplumların efsanelerinde yaşamıştır. Venüs yıldızını temsil etmektedir.İnanna'yı Sümerliler yaratmıştır. Kadınlarda izledikleri, görmek istedikleri bütün nitelikleri, onun şahsında toplamışlar, onu yüceltmiş, ona tapmış ve hakkında yığınlarla şiir, hikâye yazarak onu ölümsüzleştirmişlerdir. O, güzelliğin, şuhluğun, çekiciliğin, şefkatin, hırsın, kavganın, önderliğin ve en önemlisi bereketin ve çoğalmanın sembolü olmuştur. İnanna, göğe ve yere egemendi. Tanrıların en üstünü Enlil'e istediğini yaptırmayı, en akıllısı Enki'yi aldatmayı başarmıştır. Aşkı ve seksiyle, insanlara, doğaya yenilenme, çoğalma gücü vermiş, adına yapılan tapınaklarda onun için Sümer'in en saygın kadınları yarışmışlardı.

Araştırmalar sürdükçe Sümer etkisiyle yazılmış yeni yeni konular ortaya çıkmış, Aşk ve Bereket Tanrıçası İnanna ve onun bereket kültüne ait izler bulunmuş Tevrat'ta. Bereket kültü İsa'nın doğumuna kadar,hatta ondan sonra da başka bir karakter halinde devam etmiştir.
Sümerlerde İnanna olan bu tanrıçanın adı Akadlar'da İştar olmuş oradan Filistin'e geçerek Kenan'ın Bereket tanrıçası Astartes (İbranice; Aşeret, Aştorah, Aşere) isimleri altında varlığını sürdürmüştür. Daha sonraları Yunanda Afrodit, Roma'da Venüs'e dönüşmüştür.

Sümerlerin ilk çağlarında tanrıçaların büyük bir önemi vardı. Adını, evrenin yaratıldğı sudan alan Nammu adlı tanrıça, Yeryüzü tanrıçası Ninki, Sağlık tanrıçası Bau, bakırcılığın koruyucusu Ninmuki, yazının koruyucusu Nidaba, sosyal adaletin koruyucusu Nanşe, dokumacılığın koruyucusu Uttu, bereket ve savaşın koruyucusu olan Tanrıça İnanna bunlar arasında en önemlisiydi. Çünkü Sümer bir tarım ülkesiydi ve bütün ekonomisi de tarıma bağlıydı. Ürünlerin, hayvanların üremesi, çoğalması gerekliydi. Bunun içinde cinsel güç kuvvetlendirilmeliydi. Sümerler buna da bir çare bulmuşlardı. Aşk ve sevgi dolu tanrıçaları İnanna'yı çoban tanrısı olarak algıladıkları Kral Dumuzi ile evlendirirlerse onların birleşmesinden ürünler bollaşacak, hayvanlar döllenecek ve böylece ülkeye bereket gelecekti. Bunun için heyecan, acı, sevinçle örülmüş bir hikâye uydurmuşlardı Sümerler. Bu hikayeyi ozanlar çeşitli şiirlerle yazıya geçirmişlerdi. Onunla da yetinmemiş İnanna için yeni yeni öyküler meydana getirmişlerdi.

Sümer şairlerinden İnanna;

Ben İnanayım.
Babam bana göğü verdi
Babam bana yeri verdi.
Krallığı verdi bana
Savaşta ilerlemeyi verdi bana
Sel fırtınasını verdi bana
Seli, tayfunu verdi bana
Göğü taç yaptı başıma
Yeri sandal yaptı ayağıma
Kutsal elbiseyi sardı vücuduma
Tanrılar serçe, ben şahinim
Enlil babanın görkemli ineğiyim
Göğe ayak bastım, yağmur düştü aşağı
Yere ayak bastım, bitkiler fışkırdı yukarı.

Belgelere göre, mabetlerde heykelleri bulunan İnanna'ya çeşitli giysiler giydiriliyor, değerli takılar takılıyordu. Bunlar halk tarafından ona getirilen adaklardı. Görüldüğü gibi Sümerlerde Tanrıça İnanna'ya ve bereket kültüne büyük önem veriliyordu.Sümer şairlerine, ozanlarına bitmez, tükenmez bir ilham kaynağı olmuş, onun için yazılan öyküler, çiviyazısıyla ölmez kilden tabletler üzerine yazılarak zamanımıza kadar ulaşmıştır.

18 Aralık 2018 Salı

Artemis (Diana)

Doğumu sırasında, annesinin doğum sancılarından kıvrandığını görünce, Zeus’tan sonsuz bakirelik dileğindu bulunur ve bu dileği kabul edilince, hep bakire olarak kalır.
Birçok sıfatları vardır. Işıldayan’dır. Ay’ın temsilcisidir. Horemoros’a göre: ok atan’dır. Çünkü; okları acımasızdır. Ama, bu oklar, ay ışığının da simgesidir. Avcı Artemis’tir, o. Vahşi hayvanların kraliçesidir.
Güzeldir, ama aynı ölçüde vahşi bir tanrıçadır. Kendisine karşı yapılan saygısızlığı ve ihmali, hiçbir zaman bağışlamaz.
Yunan kralı Agamennon’a kızar; çünkü tanrıçanın kutsal geyiklerinden birini avlamıştır. Troya üzerine yürümek için gemilere binip yelken açtıklarında; rüzgar esmez olur. Gemiler oldukları yerde kala kalırlar. Agamennon’dan avladığı geyiğin yerine, kendi kızını kurban etmedikçe, öfkesi yatışmaz. Agamennon kızını kurban etmeye razı olunca, bu safer tanrıça bir geyik gönderir, geyik kurban edilir ve tanrıça rüzgarları salıverir.
Hiçbir ölümlü erkek, tanrıça’ya el süremez, onu çıplak’da göremez. Eyer, görecek olursa cezaya çarptırılır. Aktion bir avcıdır. Köpekleriyle dağ bayır dolaşır, av peşinde koşar.   Ama, bir gün yolu Artemis’e adanan kutsal bir ormana düşer. Yorulunca, bir ağacın gölgesine oturur. O sırada, yanında perileriyle birlikte, Artemis gelir. Ancak, Artemis’te yorulmuştur ve ormanın kuytu yerindeki göl’e girip, serinlemek ister. Önce; ok ve yayını, sonra ise giysisini çıkarır. Bütün gözlerden uzak olduğunu düşünerek, perileriyle birlikte, çırılçıplak göle girerler. Ama; çok geçmeden, birdenbire bağrışmaya başlarlar. Gölcüğün kıyısındaki adamı, Aktaion’u görürler. Tanrıça; göl’den bir avuç su alır ve Aktion’un yüzüne atar. Genç adam; bir geyiğe dönüşür. Bunun üzerine, yanındaki köpekleri, kolay bir av bulduklarını düşünerek, üstüne atlarlar ve onu parçalarlar. Aktion; bilmeden yaptığı saygısızlığın cezasını, böylece ödemiş olur.
Ephesos Artemis’i ise şöyle anlatılır. Bu Artemis, Yunan Artemis’inden çok farklıdır. Efes Müzesindeki heykellerinde: tanrıça, hep doğurganlığı simgeler. Göhsü; dizi dizi memelerle doludur. Bunlar; onun doğurganlığını simgeler ve Yunan Artemis’inden onu ayıran en büyük özellikleridir. Efes Artemis’i; Anadolu’nun ana tanrıçası Kybele’den sonraki aşamadır. Ona, göhsündeki memelerinin çokluğundan: Polymastos (çok memeli) denmiştir. Tapımı da, Kybele’ye olan tapınımın hemen hemen aynıdır. Efes’te onun adına yapılan, ancak günümüze yanlızca birkaç temel taşı kalan tapınak; dünyanın yedi harikasından biri sayılır.
İncil’in ” Resullerin İşleri” bölümünde anlatıldığına göre: Aziz Paulus; hıristiyanlığı yaymak ve Artemis heykellerine tapınmanın saçma olduğunu belirtmek için yaptığı konuşmalarda; halkın büyük tepkisiyle karşılaşmıştı. Zaten, bu olaydan sonra, Aziz Paulus, Efes’den ayrılmak zorunda kalmıştır. Yani; Artemis’e duyulan saygının büyüklüğünü düşünün.
Evet; Artemis işte bu. Anadolu’da  büyük saygı duyulan, yüzyıllarca tapınılmış Ana Tanrıça Kybele’nin takip eden aşaması olarak tapınılmış bir tanrıçadır. Zaten; Artemis’in Anadolu’lumu yoksa Yunan kökenlimi olduğu konusunda büyük spekülasyonlar vardır. Ama genellikle, Anadolu kökenli bir tanrıça olduğuna inanılır.

17 Aralık 2018 Pazartesi

Thot'un Kayıp Sırlar Kitabı

Thoth bir gün varoluşunun kökenini derin derin düşündükten sonra uyuyakalmıştı. Bedenini uyuşmuş hissediyordu. Bu uyuşukluğa paralel ruhu da uzaya doğru git gide uzamaya başladı. Tam o sırada tarifi imkansız bir şekle sahip olan ilahi bir varlığın kendisini ismiyle çağırdıgını farketti. Korkuya kapılan Thoth sen kimsin diye sordu. Ben Osiris’im, en yüce zekayım, her sırrın örtüsünü kaldırırım, sen ne istiyorsun? Ey ilahi Osiris varlıkların ve varoluşun kaynağını seyretmek ve Yaradanı tanımak istiyorum. Osiris kesin bir dille cevap verir. Arzun yerine gelecek. Thoth büyük bir huzur ve iç aydınlanma sağlayan ışığın içine gömüldüğünü hissetti. Bu saydam ışık demetlerinin içinden hayranlık uyandıracak şekillerde varlıklar geçmekteydi. Ancak birdenbire herşey değişti ve içinden aniden canavarımsı şekillerde varlıkların olduğu korkunç karanlıklar çökmeye başlamıştı. 

Sisler içinde iç karartıcı böğürmelerin duyulduğu rutubetli soğuk bir girdabın içine yuvarlanıvermişti. Girdabın içinde döne döne düşerken ne dediği anlaşılmayan bir ses yükselmişti. Bu ses ışığın sesiydi. Ne dediğini anlamasa da bu sesi duyar duymaz soğuk ve karanlık girdabın derinliklerinden insanı yakmayan büyük bir alev yükselmiş ve Thoth’u üzerine alarak onu bu karanlık girdabından yukarı doğru hızla çıkarmıştı. Bu alevle birlikte yükselen Thoth kendisini parlayan yıldızların süslediği bir uzayda bulmuştu. 

Alevin çevreye saçtığı pırıltılar çok tatlı bir sesle uzayın derinliklerine doğru kaybolup gitmişti. Tüm uzayı ışığın sesi doldurmuştu. Aşağıda yeryüzü yukarıda gökyüzü ve ikisinin tam ortasında Osiris boşlukta asılı duruyordu. Herşey bir anda olup bitmişti ve Thoth şaşkınlık içinde Osiris’e bakıyordu. Osiris Thoth’a gördüklerinin anlamını kavradın mı sorusunu sormuş, hayır cevabını alınca da söyle devam etmişti. Peki öyleyse olanı biteni az sonra öğreneceksin, Ilk gördüğün ışık Yaradan’ın dünyası, daha sonra içine daldığın karanlık ise içinde insanların da yaşam sürdügü maddi alemdir. Derinliklerden fışkıran aleve gelince o ilahi kelamdır. Yaradan babadır, kelam ise oğul. Her ikisinin oluşturduğu bütünlükse yaşamdır.


Bu açıklamanın üstüne Thoth zihnine takılan kendisi ile ilgili bir soruyu sorar, bende nasıl bir içsel güç gelişti ki beden gözleriyle değil de kalp gözüyle görmeye başladım? Toprağın çocuğu kelam sendedir de ondan, sende bulunup da hareket eden gören ve işiten şey kelamdır. Kutsal ateş senin içinde gizlidir. Bu herkes için geçerli midir? Yoksa sadece bana mı özgüdür, diye soran Thoth’a Osiris’in cevabı son derece kısa oldu. Kutsal ateş herkesin kalbinde gizlidir. Ancak onu inisiyeler uyandırabilir. 

Thoth Osiris’e sorar, ‘’O halde bu ilahi oluşumun işleyişini ve insanların Dünyaya geliş ve gidiş serüvenlerini gösterir misin?’’. Bunun üzerine Thoth arkasına yaslandı ve gözlerini kapadı. Sonra birden uzay boşluğunda son hızla uçuşa geçti. Her tarafı karanlıklar kaplamıştı. üzerinde gökkubeyi görüyordu, bir dağın zirvesindeydi sanki…O sırada Osiris’in sesi duyuldu,’’bak ve dinle ve anla’’. Osiris açıklamaya başladı, ‘’her türlü yaşama imkan veren şu 7 kubbeye bak, bunlar hiyerarsik bir düzende sıralanmış olan göğün 7 katlarıdır. Ruhların aşağılara inip sonra tekrar yukarılara tırmanmaları bu kubbelerde olur. Herbirinin içindeki 7 melek ilahi kelamin 7 ışınıdır. Her biri ruhların varoluşunun bir yönüne kumanda etmektedir’’. Sonra Osiris bu 7 katı ve meleklerin isimlerini saydı. Bunun üzerine Thoth ‘’evet bu 7 göğü görüyorum, bu 7 bölgenin hepsine nufüs eden ve yöneten ışık kelamın yani biricik Tanrının 7 ışığını görebiliyorum. Ama insanların bu alemlerdeki seyahatleri nasıl gerçekleşmektedir’’. 

Osiris açıklamaya başlar, ‘’Samanyolu bölgesinden şu 7.küreye düşen şu ışıklı tohumu görüyor musun? Bunlar ruh tohumlarıdır. Bunlar Satürn bölgesine geldiklerinde kaygıdan ve üzüntüden uzak mutluluk içinde yaşayan ilahi pırıltılardır. Ama Satürn bölgesinde daha aşağı bölgelere düşerken git gide ağırlaşan bedenlere bürünürler. Her indikleri yerde pırıltıları azalır ve bedenleri daha ağır hale gelir. Bu içine girdikleri katların mecburiyetidir. Kendi ışıklarını azaltmadan daha aşağı ortamlara uyum sağlayamazlar. Belki yaşamsal enerjileri artmaktadır ama daha kaba bedenlere girdikçe o ilahi kökenleri azalmaktadır. Işte ruhların seyahatleri böyledir. Dünyaya geldiklerinde maddeye daha da bağlanmaya ve beden içersinde varolmakla daha da sarhoş olan ruhlar kendilerini maddi zevkler pesinde koşarken bulurlar ve eski anılarını tamamen unuturlar. Onlar için cinsellik ve maddi zevkler yaşamlarının ana gayesi olur. Beden içinde yaşarken ilahi alemi boş bir düş gibi hayal etmekten başka bir şey yapamayan insanların dünyasi işte böyle bir dünyadır. Ancak inisiyeler bilir ki ruh göğün evladıdır. Aranızda böyle inisiyeler vardır. Ve sen de onlardan biri olacaksın’’.


Ezoterik öğretiye göre Thoth’a bu bilgiler Atlantis’de yaşadığı sırada verilmiştir. Bir eğitimden geçmiş ve inisiye olmuştur. Daha sonra Thoth büyük tufandan kurtulup Mısır’a varmıştır. Ve orada bu bilgileri yazmıştır. Mısır’da bu bilgiler Osiris öğretisi adı altında rahiplerce kuşaktan kuşağa geçmiş ve bu bilgiyi kaldırabileceklere verilmiştir. Bu öğreti büyük bir sır duvarıyla çevrilmiş ve inisinasyon süresi uzun yıllar alan bir öğreti şekli olmuştur. Sırra vakıf olan inisiyeye bu sırrı her ne olursa olsun dışarıya yaymaması zorunlu koşul olarak koyulmuştur. 

Alıntı...

PROMETHEUS

Karart göklerini Zeus,
Duman duman bulutlarla;
Diken başlarını yolan çocuk gibi de
Oyna meşelerin, dağların doruklarıyla.
Ama benim dünyama dokunamazsın,
Ne senin yapmadığın kulübeme
Ne de ateşini kıskandığın ocağıma.
Şu evrende siz tanrılardan
Daha zavallısı var mı bilmem:
Kurban vergileri
Dua üfürükleriyle beslenir
Haşmetli varlığınız zar zor.
Size umut bağlayan budalalar,
Çocuklar, dilenciler olmasa
Yok olur giderdiniz çoktan.
Ben de bir çocukken
Ne yapacağımı bilmez olunca
Çevirirdim güneşe doğru
Görmediğini gören gözlerimi;
Yakarışımı dinleyecek
Bir kulak varmış gibi yukarda;
Varmış gibi derdimle dertlenecek
Benimkine benzer bir yürek yukarda.
Azgın devlere karşı kim yardım etti bana?
Kim kurtardı beni ölümden,
Kim kurtardı kölelikten?
Şu benim yüreğim değil mi,
Kutsal bir ateşle yanan yüreğim,
Her işi başarmış olan?
O değil mi coşup taşarak,
Yukarda uyuyanı aldatarak
Başımı beladan kurtaran?
Benim seni kutlamam mı gerek? niçin?
Hiç derdine derman oldun mu sen
Derdine derman bulamayanın?
Gözyaşını sildin mi hiç
Başı darda olanların?
Kİm adam etti beni?
Güçlüler güçlüsü zaman
Ve önü sonu gelmeyen kader, değil mi?
Onlar değil mi
Senin de benim de efendilerimiz..?
Sen yoksa beni
Yaşamaktan bıkar mı sandın?
Kaçak çöllere giderim mi sandın
Açmıyor diye
Bütün düş tomurcukları?
Bak işte, yerli yerimdeyim;
İnsanlar yetiştiriyorum bana benzer;
Bütün bir kuşak benim gibi,
Acılara katlanacak, ağlayacak,
Gülecek, sevinecek,
Ve aldırış etmeyecek sana
Benim gibi!
Johann Wolfgang von Goethe

15 Aralık 2018 Cumartesi

LİLİTH’İN HİKÂYESİ

Lilith, Yahudi folklorunda ve mitolojisinde anlatılan en önemli ve özgün karakterlerinden biridir. Lilith ayrıca kadın haklarının ilk savunucusu, ilk feminist kadın örneğidir. Her ne kadar tuttuğu yol çok özendirici değilse de, her şeye rağmen kişilikli ve kararlı bir tavır sergilemektedir. 
Tevrat’ın Yaratılış Kitabı’nın ilk bölümünde birbiriyle çelişen iki cümle göze çarpar: Yaratılış Bap 1:27-28.bölümde “Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı, onu Allahın suretinde yarattı; onları erkek ve dişi olarak yarattı. Ve Allah onları mübarek kıldı ve Allah onlara dedi; semereli olun ve çoğalın ve yeryüzünü doldurun ve onu tabi kılın ve denizin balıklarına ve göklerin kuşlarına ve yer üzerinde hareket eden her canlı şeye hâkim olun.” Yaratılış Bap 2:18-25.bölüm’de ise şöyle bir ifade vardır: “Ve Rab Allah, Adam’ın üzerine derin bir uyku getirdi ve o uyudu ve onun kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini etle kapladı ve Rab Adam’dan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu Adam’a getirdi. Ve Adam dedi: Şimdi bu benim kemiklerimden kemik ve etimden ettir; buna Nisa denilecek çünkü insandan alındı. Bunun için insan anasını ve babasını bırakacak ve karısına yapışacaktır ve bir beden olacaklardır.”
Tevrat’ta okunan bu iki cümlenin arasındaki çelişki, ilk kadının iki kere yaratıldığı şeklindedir. Birinci kadın Adam ile birlikte topraktan yaratılıp içine Tanrı tarafından ruh üflenen ilk kadın, ikincisi ise, Adam’ın kaburgasından imal edilen Nisa’dır (Cennetten kovulduktan sonra adı Havva olmuştur).
Midraş Kitabı’nda, din bilginleri Adam’la birlikte topraktan yaratılan ilk kadını Lilith olduğunu yazarlar.
Ve işte karşınızda efsanevi LİLİTH…
Lilith’in öyküsü Adem ile Havva’dan öncesine uzanıyor. Yani Adem’in ilk karısı Havva değil Lilith’dir. Tanrı, tüm evreni ve bitkilerle diğer canlıları yarattıktan sonra, topraktan ilk insanları erkeği ve kadını yaratır. Lilith ve Adam’ı mutlu olarak yaşasınlar diye cennetin doğusuna Eden Bahçesi’ne yerleştirir. Ama bu çift hiçbir zaman huzuru yakalayamazlar. Adam bu ilişkide her zaman ön planda olmak isteyip, sürekli olarak Lilith’den taleplerde bulunur. Lilith inatçı ve kişilikli bir kadındır. Adam’ın her isteğine boyun eğmez ve sürekli kavga ederler.
Gerek günlük hayatlarında, gerekse cinsel hayatlarında, Adam her şeyi kontrolü altında tutmak ve erkeklik üstünlüğünü ortaya koymakta ısrar eder. Kısacası Lilith’in her konuda koşulsuz olarak, ona uyum sağlamasını ister.
Lilith bu isteklerin tümüne şiddetle karşı çıkar. İkisinin de eşit şartlarda yaratıldıklarını, bu yüzden de eşit şartlarda yaşamalarını gerektiğini savunur. Adam’dan nefret eder ve onu terk etmeye karar verir. Tanrı’nın dile alınması yasak olan gerçek adını söyleyerek, göğe yükselir.
Sahip olduğu olanakları teperek cenneti terk eden Lilith artık dışlanmışların ve düşmüş meleklerin arasında yaşamaya başlar. Çevresindeki cinlerle ve cinlerin kralı olan Şamael (Satan) ile ilişkiye girer ve onlardan çocukları olur.
Bu arada cennette yalnız kalan Adam sürekli sızlanmakta, ağlayıp halinden şikâyet etmektedir. Tanrı’ya Lilith’i ona geri getirmesi için yalvarır. Tanrı, Sanvai, Sansanvai ve Samangelof isimli üç meleğini, Lilith’e gönderir ve onu cennete geri getirmelerini ister. Eğer onlarla birlikte geri dönmezse, Lilith’in cezalandırılacağını söyler, her gün 100 tane cin çocuğunu öldürecektir. Lilith bunları dinler ama kesinlikle cennete Adam’ın yanına dönmeyeceğini meleklere bildirir. Tanrı’nın tehdidi yerine gelir. Lilith her gün 100 tane cin çocuğunu kaybeder. Müthiş acılar içinde kıvranan Lilith, bundan böyle dünyaya gelecek tüm bebeklerin ve annelerinin baş düşmanı olmaya yemin eder. Yeni doğan erkek bebeklerin ilk sekiz günde, kız bebeklerin ise yirmi gün içinde canını alacaktır. Sadece eğer bebeklerin yakınında bu üç meleğin adları veya şekilleri varsa kötülüğü onlara tesir edemeyecektir. Lilith bebeklerin ayrıca annelerin de düşmanı olacak, hamile kadınlara, doğum yapmakta olanlara ve loğusa kadınlara zarar verecektir. Bu efsaneden etkilenen insanlar, bebeklerini Lilith’in kötülüklerinden korumak için, loğusaların yastık altına bıçak ve muskalar koyarlardı. Yeni anne olan kadınlar, saçlarına kırmızı kurdele bağlarlar, kırmızı renkli loğusa şerbetleri kaynatırlardı. Erkek bebeklerin sünnet edileceği sandalyenin adı ‘Kisse şel Eliyahu’ olup, sünnet edilen bebeği, Peygamber Eliyahu’nun koruyacağına inanılırdı.
Yani sonuç olarak Tanrı Lilith’in yanında olmamış ve ona hak vermemiştir. Böylece Lilith, inadının kurbanı olmuş, kötülerin yanında olmayı yeğlemiştir.
Tanrı cennette yalnız kalan Adam’a yeni bir kadın yapmaya karar verir. Adam’ın derin bir uykuya dalmasını sağlar ve kaburgasından yeni bir kadın yaratır. Bu kadın, Adam’ın bir parçasından yaratıldığı için, ona tabi olacak, itaat edecek ve erkeğini her şartta mutlu edecektir.
Lilith’in Yahudi efsanelerinde ilk kez ne zaman boy gösterdiği bilinmiyor. Çünkü efsaneler, Antik doğu kültürlerinin birçoğunda ortak veya benzerlikler taşıyan öğelere sahipti. Yahudi’lerin şeytanla ilgili inanışlarında Lilith büyük önem taşırdı. Erkeklerin aklını başından alan bir şeytan olarak görülür ve ondan çok korkulurdu. 

THE BOOK OF ENOCH. DÜŞMÜŞ MELEKLERİ ANLATAN KITAB

Enok’un kitabı, Düşmüş melekler: Enok’un kitabı.(Hanok’un kitabı) Düşmüş melekler hakkında bilgiler içeren saklı kitap. 
Enok’un kitabı.

The Book of Enoch
Dinler tarihinin, mistizmin belki de en enteresan metnidir Enok’un kitabı. Okuyan kişiye bir çeşit Hollywood senaryosu okuyor izlenimini verse de Yahudi gizemciliğinin en önemli kitabıdır. Apokrif (deuterokanonik) bir kitaptır. Yunancada gizli kitap veya saklı kitapsözcüğünden gelir.
Apokrif metinler, din kitaplarında bulunmayan buna rağmen din adamları tarafından kabul edilen metinlerdir. Bu sözcük zaman içerisinde, okunması sakıncalı kitaplar anlamına evrilmiştir.
Enok’un kitabı, Düşmüş melekler: Bu tarz kitaplar, Aramice veya İbranice yazılmış olsalar da, Grek dilinde bugünlere ulaşabilmiştir.
Tanah’ın apokrif kitabı olarak kabul edilse de neden ve ne zaman kaybolduğu bilinmemektedir. Tanah: Tevrat ve Zebur’u da içine alan, Musevilerin kutsal kitabıdır.
Dini metinlerini korumakta son derece titiz davranan bir topluluğun, böyle bir kitabı kaybetmiş olabilme ihtimali düşündürücüdür. Lakin bu kayboluş fazla uzun sürmemiştir. 1773 senesinde, Mason James Bruce, Etiyopya’ya(Habeşistan) seyahat ederek, bir manastırda gizlenmiş nüshaları ortaya çıkarmıştır. Bunun ardından İbranice metinler, R.Laurance tarafından İngilizce ’ye çevrilmiştir.
Dünya da Enok’un kitabı benzeri birçok apokrif metin bulunmaktadır. Birçoğu bazı sebeplerden saklı tutulmaya ve sadece dini otoritelerce okunmaya devam etmektedir. Bu tarz kitaplar, ister gizli kitaplar sınıfına girsin, ister bir şekilde ortadan kaldırılmasına göz yumulsun, vardırlar ve zamanı geldikçe yani insanlık onları anlamaya hazır olacak olgunluğa ulaştıkça, ortaya çıkacaktır.
GERÇEK ENİNDE SONUNDA BİR YOLUNU BULUR VE ORTAYA ÇIKAR.
Enok’un kitabı esasen, Ölü deniz yazmaları diye anılan, Ölü deniz yakınlarında bulunan Kumran’da, bir çoban tarafından tesadüfen ortaya çıkarılmıştır. Kudüs Üniversitesinin eline geçen yazmalar neticesinde bu bölgede arkeolojik araştırmalar yapılmış, Enok’un kitabı ile birlikte değerli birçok kadim eser de bulunmuştur.
Bulunan metinler, Esseniler denilen bir Yahudi topluluğu tarafından yazılmıştır. Eserler genelde deri bakır, papirüs, yahut ağaç kabuklarına yazılmıştır.
Hanok, Enok’un İbranicesidir ve kurucu anlamına gelir. Tartışmaya açıkta olsa bazı uzmanlar Mezopotamya mitinde adı geçen Annunaki ile Hanok arasında bir bağlantı olduğunu savunur. Bununla beraber Enok’un, İslam’da Hz İdris, Mısır’da Thot olabileceği de ileri sürülmüştür. Kabalah ve ezoterik öğretileri de etkileyen bu motifle Enok’un Hermes Trismegistus olabileceği yönündeki savları da sağlamlaştırmıştır.
Masonlukta Enok önemli bir yerdedir. Buna göre: Rüyasında Enok kutsal bir dağın zirvesini çıktığında Tanrı tarafından ona altından bir üçgen gösterilir. Burada bir isim yazmaktadır veTanrı bu ismi yüksek sesle zikretmemesini söyledikten sonra onun kulağına bu ismin okunuşunu fısıldar.
Rüyasından uyanan Enok tufan olacağı bilgisine vakıf olur.
Enok’un kitabı ya da Hanok’un kitabı, düşmüş meleklerle başlamaktadır. Düşmüş meleklerkötülüğün doğuşunu temsil eder ve kitapta düşmüş meleklerin(fallen angels) adları da geçmektedir.
alıntı...